Bu sene mesleki hayatımın 45. yılı.
İstanbul’u, 1989’da tüp bebek teknolojisi ile tanıştırdık. İstanbul’un ilk, Türkiye’nin ise ilk özel tüp bebek merkezini kurmamızın üstünden 30 seneden fazla süre geçti. Zamanla büyüyerek hastaneleştik ve farklı şehirlerde daha sonra farklı ülkelerde merkezlerimizi açtık.
Dünyada ilk tüp bebek işlemi 1978 yılında gerçekleşti. 89 yılında, Amerika’daki tüp bebek konusunda yüksek ihtisas ve öğretim görevliliğimden dönünce biz İstanbul’da ilk tüp bebek merkezini kurduk ve çok hızlı bir şekilde başarıya ulaştık. Çünkü bu işi yapan insanları Türkiye’ye davet ettik ve hep birlikte öğrenmeyi ve başarıya ulaşmayı sağladık.
Bizden de 10 sene kadar önce dünyanın ilk tüp bebeği Louise Brown doğdu. Onun haberi ile dünya çalkalanıyordu. Kendisinin oluşumuna katkı veren Dr.Steptoe (kadın doğum uzmanı) şu an hayatta değil. Dr.Edwards (embriyolog) laboratuvarda bu işi gerçekleştiren kişi, gerçek bir kahraman. Nobel ödülü aldı ama malesef aramızdan birkaç sene önce o da ayrıldı.
90 lı yıllarda başlayan tüp bebek serüvenimiz, daha sonra değişik hastaneler ve ülkelerde devam etti. Ülkemizde, tutucu çevrelerden tüp bebeğe karşı başından beri bir karşıtlık vardı. Ama zaman geçtikçe çok kabul gördü ve çok yaygınlaştı. Türk toplumuna bunu kabullendirmekte güçlük çektik ama sonunda başarıya ulaştık.
Ve şimdi; sağlıkta edindiğimiz yerden toplumumuza eğitim, sağlık, kültür-sanat ve çevre gibi alanlarda geri vermek ve hayır işlerimizi kurumsallaştırmak için 2020’de Çamlıbel Vakfı’nı kurduk.
Vakfımızın isminin yani soyadımız “Çamlıbel” in de güzel hikayesini anlatmak isterim.
Yıl 1935. Önderimiz Atatürk, soyadı kanununu çıkarmış ve o zaman bir üniversite edebiyat bölümü öğrencisi, öğretmeninden şu teklifi almış;
“Sevgili öğrencim, ben Çamlıbel soyadını alıyorum ve seni de çok severim. Akrabalığımız yok ama artık birbirimize baba oğul gibi olduk. Ben Çamlıbel soyadını alıyorum ve senin de soy adının Çamlıbel olmasını arzu ederim. Kabul eder misin?”
Öğrenci büyük bir mutlulukla “Tabi hocam alırım. Ben de çok küçük yasta annem ve babamı kaybettim. Siz benim aynı zamanda ailemin bir parçasısınız. Büyük bir gururla Çamlıbel soyadını alırım.” dedi.
Bu öğrenci benim babam Şerif Çamlıbel, konuştuğu hocası da Faruk Nafiz Çamlıbel’di.
Bize hep aranızda bir akrabalık var mı diye sorarlardı. Babam da şöyle cevap verirdi:
“Hayır, akraba değiliz, akrabadan da öteyiz”.
Sevgili babam daha sonra Ayvalık’ta annem ile tanıştı ve evlendiler.
Bursa kaldırımlarında genç bir karı koca öğretmen yürüyorlar ve misafirliğe gidiyorlar.
Onlar bizleri tabi Atatürkçü, aydınlanmadan nasibini almış, demokrasiye inanan özgür insanlar olarak yetiştirdiler. İkisi de Cumhuriyetin ilk dönemi öğretmenleri olan Melahat ve Şerif Çamlıbel.
İşte vakfımız ÇAMLIBEL VAKFI, benim değil onların adına kuruldu.
Nur içinde yatsınlar.
Hep beraber güzel işlere imza atmak dileğiyle…