Başkanın Mesajı

Bu sene mesleki hayatımın 40. yılı.

İstanbul’u, 1989’da tüp bebek teknolojisi ile tanıştırdık. İstanbul’un ilk, Türkiye’nin ise ilk özel tüp bebek merkezini kurmamızın üstünden 30 sene geçti. Zamanla büyüyerek hastaneleştik ve farklı şehirlerde daha sonra farklı ülkelerde merkezlerimiz açtık.

Dünyadaysa tüp bebek işleminin 41.yılı. 89 yılında, Amerika’daki tüp bebek konusunda yüksek ihtisas ve öğretim görevliliğimden dönünce biz İstanbul’da ilk tüp bebek merkezini kurduk ve çok hızlı bir şekilde başarıya ulaştık. Çünkü bu işi yapan insanları Türkiye’ye davet ettik ve hep birlikte öğrenmeyi ve başarıya ulaşmayı sağladık.

Bizden de 10 sene kadar önce dünyanın ilk tüp bebeği Louise Brown doğdu. Onun haberi ile dünya çalkalanıyordu. Kendisinin oluşumuna katkı veren Dr.Steptoe (kadın doğum uzmanı) şu an hayatta değil. Dr.Edwards (embriyolog) laboratuvarda bu işi gerçekleştiren kişi, gerçek bir kahraman. Nobel ödülü aldı ama malesef aramızdan birkaç sene önce o da ayrıldı.

90 lı yıllarda başlayan tüp bebek serüvenimiz, daha sonra değişik hastaneler ve ülkelerde devam etti. Ülkemizde, tutucu çevrelerden tüp bebeğe karşı başından beri bir karşıtlık vardı. Ama zaman geçtikçe çok kabul gördü ve çok yaygınlaştı. Türk toplumuna bunu kabullendirmekte güçlük çektik ama sonunda başarıya ulaştık.

Ve şimdi; sağlıkta edindiğimiz yerden toplumumuza geri vermek ve hayır işlerimizi kurumsallaştırmak için 2020’de Çamlıbel Vakfı’nı kurduk.

Bu vakıf niye kuruluyor?

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin tüp bebekte fırsat eşitliği yaratmak ; bunun yanında eğitim, kültür/sanat alanlarında başarılı kişileri, kadınlara pozitif ayrımcı bir misyonla desteklemek amacıyla kuruluyor.

Bir kadın doğum uzmanı ve tüp bebekte yoğun çalışan bir insan olarak, şimdiye kadar çocuğu olmayan aileleri çocuk sahibi yapmak için uğraştım.

Ülkemizde 6 kişiden bir tanesinin çocuğu olmuyor. Bu tabi yüzbinlerce aile demek. Türkiye yılda yüz bine yakın tüp bebek işlemi yapılmakta ve binlerce çocuk doğmakta.

Vakfı kurarken şöyle eleştiriler aldık;
“Türkiye de zaten nüfus çok fazla ,niye buna katkıda bulunmak için, bir de ücretsiz katkıda bulunmak için çaba sarf ediyorsun.”

Cevabım şu;
Biz aileye çok önem veren bir toplumuz ve çocuk sahibi olabilme bir insanlık hakkıdır.
Ülkemizde tüp bebek ile ilgili maddi yardım devlet tarafından kısmen verilmektedir ama bu destek pek çok istisnalara tabiidir. Rapor çıkartılması lazımdır, bu zordur. Belli yaş limitleri vardır. Belli sayı limitleri vardır. Yapılan yardımla tüp bebeğin cari masrafının yaklaşık 1/3 kadarı ancak olmaktadır. Bu konuda bir boşluk vardır.

Biz de bu boşluğun bir kısmını tamamlamaya çalışacağız. Bizim yapacağımız katkı, Türkiye’nin ekonomisini veya nüfusunu etkileyecek bir düzeyde olmayacaktır. Yani yaptığımız, gerçekte bu hakkı insanlara vermekten ibaret.
Danışma kurulumuz, hakiki ihtiyaç sahiplerini seçerek, bizlere iletecek ve biz de bu tedaviyi üstleneceğiz.

Sizler de gerçekten çocuk sahibi olmak için çabalayıp da sonra başaran çiftlerin gözündeki o sevinci görseniz çok mutlu olursunuz. Biz bunu sıklıkla yaşıyoruz. Ne güzel ki kader, şans bizi böyle bir yöne sevk etti ve yaptığımız işten de, mesleğimden de çok mutlu ve gururluyum.

Vakfımızın tek amacı bu değil. Biliyorsunuz dünyada ve Türkiye’de ciddi bir kadın erkek eşitsizliği var. Ve biz kadınlara, kültür ve eğitim yönünden de katkıda bulunmak istiyoruz.

Nasıl bulunmak? Eğitim görmek isteyen kız öğrencelere burslar vermek, kültür alanında umut vaat eden kadınları ödüllendirmek. Başarılı şairler, başarılı yazarlar, başarılı sanatçılar, başarılı hekimler, mühendisler yetişmesine katkı sağlamak.


Bu amacı nasıl gerçekleştireceğiz? Sağlık, kültür, sanat, eğitim yönlerinde uzman kişilerden oluşmuş danışma kurullarımız olacak. Eğitim kurumu sahibi arkadaşlarımız da kendi konularında bize yardım edecek. Danışma kurullarımız, vakfımızdan faydalanacak kişileri seçecek.


Yani vizyonumuz; bu konuda gönül vermiş insanların katkısıyla Türk kadınını, sağlık, eğitim, kültür ve sanat açısından daha ileri bir düzeye taşımak.

Vakfımızın isminin yani soyadımız “Çamlıbel” in de güzel hikayesini anlatmak isterim.

Yıl 1935. Önderimiz Atatürk soyadı kanununu çıkarmış ve o zaman bir üniversite edebiyat bölümü öğrencisi şu teklifi almış;

“Sevgili öğrencim, ben Çamlıbel soyadını alıyorum ve seni de çok severim. Akrabalığımız yok ama artık birbirimize baba oğul gibi olduk. Ben Çamlıbel soyadını alıyorum ve senin de soy adınının Çamlıbel olmasını arzu ederim. Kabul eder misin?”

Öğrenci büyük bir mutlulukla “Tabi hocam alırım. Ben de çok küçük yasta annem ve babamı kaybettim. Siz benim aynı zamanda ailemin bir parçasısınız. Büyük bir gururla Çamlıbel soyadını alırım.” dedi.

Bu öğrenci benim babam Şerif Çamlıbel, konuştuğu hocası da Faruk Nafiz Çamlıbel’di.

Bize hep aranızda bir akrabalık var mı diye sorarlardı. Babam da şöyle cevap verirdi:
“Hayır, akraba değiliz, akrabadan da öteyiz”.

Sevgili babam daha sonra Ayvalık’ta annem ile tanıştı ve evlendiler.
Bursa kaldırımlarında genç bir karı koca öğretmen yürüyorlar ve misafirliğe gidiyorlar.
Onlar bizleri tabi Atatürkçü, aydınlanmadan nasibini almış, demokrasiye inanan özgür insanlar olarak yetiştirdiler. İkisi de Cumhuriyetin ilk dönemi öğretmenleri olan Melahat ve Şerif Çamlıbel.

İşte vakfımız ÇAMLIBEL VAKFI benim değil onların adına kuruldu.
Nur içinde yatsınlar.

Hep beraber güzel işlere imza atmak dileğiyle…

18 Eylül 2019

Prof. Dr. Teksen Çamlıbel