– Çocukların hayallerine verdiğiniz önemi biliyoruz. İstanbul Oyuncak Müzesini Atatürk’ün dünya çocuklarına armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda kurdunuz. Çamlıbel Vakfı’mızın Danışma Kurulu’nda yer aldığınız için çok şanslıyız…
“Bir ülkenin geleceği çocuklarının hayallerindedir” diye bir cümleniz var, sizi oyuncak müzesi kurmaya yönelten bu fikir miydi?
S.A: Uçan halılar olmasaydı, gökyüzünde uçakları göremezdik. Aslolan hayallerdir. Uygarlık tarihince gerçek hep hayallerin ayak izlerini takip etmiştir. Picasso’nun bir sözü vardır, çok seviyorum. “Bir çocuk gibi resim yapabilmek için bütün bir ömrümü verdim.” Gerçekten de çocukların dünyası bilim ve sanatın ilham kaynağıdır. Çünkü çocuklar merak eder, soru sorar, öğrenmek ister. Onların bilgiye olan açlığı bitmez. Zaten özgürlüğü elinden alınan çocuğa büyük derler. Biz kendine büyük diyenler çocukluğumuzdan ne kadar çok uzaklaşırsak özgürlüğümüzü o kadar çok kaybettik demektir. Aslında oyuncak müzeleri evet çocuk ziyaretçiler için, fakat en az onlar kadar büyüklere de hitap ediyor. İstanbul Oyuncak Müzesi’nin kapısından ilk kez içeri giren anne babalar, bir eliyle çocuklarını tutuyor, çocuklarını müzeye getirdiklerini zannediyorlar. Müzeyi gezdikten sonra Oyuncak Müzesi’nden ayrılırken yanıldıklarını anlıyorlar. Çünkü müzeden çıkarken yine bir eliyle çocuklarını ama öteki elleriyle de çocukluklarını tutuyorlar. Dedim ya özgürlüğü elinden alınan çocuğa büyük derler.
– Müzenizde, ilk pinokyo ve Charlie Chaplin’e hediye edilen Şarlo figürü gibi çok değerli parçalar var. Bu eserlere ulaşırken unutamadığınız bir anınız var mı?
S.A: O kadar çok ki aslında ben İstanbul Oyuncak Müzesi’nde sergilenen her eseri, yurtdışındaki koleksiyonerlerden, onları kızlarını istemeye gider gibi gidip aldım. Bunu yaşayan bilir. Antika oyuncaklar çok ama çok değerlidir. Madden değerlidir her şeyden önce, işin manevi boyutunu sonra anlatırım. Önce maddi boyutunu anlatayım. Uzmanlık alanıdır, gönül meselesidir. Gönül vermek ayrı bir konu. Ama şöyle düşünelim; bu oyuncaklar madden çok pahalı ve öyle marketlerde satılmıyorlar. Koleksiyonerler oyuncak koleksiyonerleri yıllarca belki hayatları boyunca onları toplamış. Evinde bir oda açmış onlara, onlara bakmış, korumuş. Sonra bazılarını satmaya karar vermiş. Neden mi satıyor bilemeyiz, soramayız da ama satıyor. Çok değerlidir bu oyuncaklar, bir antika araba değerinde belki. Peki satıyor, iyi de niye sen? Neden sana versin oyuncağını? Tamam cebinde para var ama sen kimsin? Öncelikle bu oyuncakları almak için, oyuncak tarihini çok iyi öğrendim. Ama her şeyden önce tek kişilik sahne oyunlarında, beni seyreden insanların bilet alarak girdikleri salonda alın terimin emeği olarak biriktirdiğim paraları ve yazdığım 40’a yakın kitaptan aldığım telifleri birleştirip bu oyuncakları aldım. Benim bankada param hiç üst üste gelmedi, gelmesin de zaten ama oyuncak müzesi kurulduğu ilk günden beri vergi veriliyor. Elektrik, su, doğalgaz, iş yeri diye yüksek fiyattan satılıyor. Düşünebiliyor musunuz? Bir müze ticarethane değildir. Müzeler, kütüphaneler para kazanmak için kurulmaz. Tam büyük maddi giderleri vardır. Alkış, destek, takdir istemiyorum yeter ki köstek olunmasın. Bütün maddi birikimimi dünya oyuncak tarihiyle oraya koydum ve vergi ödüyorum, elektrik, doğalgaz iş yeri diye yüksek fiyattan satılıyor. Şimdi bu yüzden maddiyatı önce anlattım. İşin manevi boyutunu zaten bilen biliyor. İstanbul Oyuncak Müzesi’nin duygusal boyutunu takdir edene söyleyecek söz olamaz ki zaten. Tabi her oyuncak müzelik değil. Nasıl ki bir resim müzesine Osman Hamdi Bey’i, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İbrahim Çallı, Nuri İyem gibi ya da Hoca Ali Rıza Efendi ya da Picasso, Van Gogh , Manet,bu tür imzalar gerekiyorsa, bir oyuncak müzesine de aynı değerdeki eserler gerekir. Yani ilk oyuncak fabrikaları, Marx, Arnold gibi…Önce 5 yıl boyunca bu bilgiye hakim oldum sonra dünyada oyuncak müzelerini gezip gördüm. Ve sonra ne mutlu bana ki bir sanatçı olarak teliflerim birikmeye başladı, oyunlarım seyrediliyor. Oynadığım salonlar tıklım tıklım dolu. Kitaplarım baskı üstüne baskı yapıyor. Aileden kalan 5 katlı bir konağım da var. E bir de hayalim var benim. Ülkedeki oyuncak müzesini gerçek anlamıyla dünyadaki eş değerleri ile aynı düzeyde bir oyuncak müzesi kurmak, bilmiyorum başarabildim mi? Ama şunu söyleyeyim, benim hakkımda yurtdışında, üniversitelerde doktora tezleri hazırlanırken, Sunay Akın’ın müzeciliği konusunda yazılırken, beni ilgilendiren ve asıl meselem olan ülkemde bütün bu yaptıklarım müzecilik anlamında ne kadar değerlendiriliyor ve kim ne kadar farkında ondan biraz şüpheliyim.
O köşk artık İstanbul’un. O köşk sanatseverlerin, bilgi severlerin, öğrenmek isteyenlerin. Müzelerde geçen bir saat bin kitabın ışığına bedeldir. Müzeler toplumların hafızasıdır, belleğidir. Bu gerçeği anlayamayan ülkeler, Alzheimer olup gider. Türkiye’de zaten kültür politikalarının ne olduğunu bir anlayabilsek, gerçek anlamıyla Cumhuriyeti kuranların, o zaman eğitim de, sağlık da, tarım da, turizm de düzelir. Ekonominin ilk maddesi müzelerdir. Kültür politikası sağlıklı ve düzgün olan ülkelerin ekonomisi var olur. Sunay Akın’ın yaptıkları benim yaşadığım çağda geniş fotoğrafta anlaşılsın diye elimden geleni yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim.
– Kedi Müzenizi tüm İstanbul heyecanla bekliyor, müzenizdeki kedilerin hayal dünyasındaki kediler olacağını söylediniz..Bu heyecanlı projeye sizi yönlendiren neydi?
S.A: Dünyada kedi konusunda çalışmalar yapan müzeler var onları gördük. Var olan kedi müzeleri hep bir koleksiyonerin topladığı kedi severliği üzerine kurulu dünyasını anlattırıyor. Ben farklı bir şey yapıyorum. Bir benzeri olmayan; çizgi roman, masal, oyun ve oyuncak dünyasındaki kediler. Yani hayal dünyasındaki kediler. Örneğin çizmeli kedi ya da Bremen Mızıkacılarında ki o dört hayvandan biri nedir? Kedi. Daniel Defoe, Robinson Cruise romanında, orda da bir kedi var. Ya da Lewis Carroll, Alice Harikalar Diyarındaki o yolculuğa yazdığı orda karşımıza çıkardığı kedi ya da ilk çizgi roman kedi, Felix. Televizyon ekranında sonsuz görüntüler var. Peki tarihte televizyon ekranında ki ilk görüntü nedir? Felix. ilk görünen odur. Sonra 1950’li yıllarda insan gözünü uzaya diktikçe kedi de hayal dünyasında uzaya çıktı. Space cat. Oyuncak firmalarının ürettiği ilk kedi oyuncakları. Ne buldum biliyor musunuz? Beni çok heyecanlandırıyor. Sinemanın atası Zootrop adlı oyuncaktır. 1830’lu yıllarda yapılıyor. Zootrop bu bir çember, silindir bir şeklin dış çepherini eşit aralıklarla delikler açılmış bir kasnağın üzerine koyuyorsun, içine hareketin her anını gösteren resim şeridini koyuyorsun, çeviriyorsun baktığında içindeki hareketi görüyorsun. Bu aslında ilk optik oyuncak olan zootrop 1830’larda. Biz bunu okuldayken defterlerimizin köşelerine resimler yaparak, tarar oyun oynardık. Lumiere Kardeşler bu oyuncaktan etkilenerek sinematografiyi yapmışlardır. İşte kedi müzesinde 1830’larda bulduğum o zootrop adlı oyuncağın içine konulan bir fareyi kovalayan ilk kedi resmi var. Yani hayal dünyasında ilk fare kovalayan kedi orda koşacak. Orijinal bant orda sergilenecek. Onu çekeceğim, duvara yansıtacağım. Düşünsene her şey burada başladı. Çizgi romanda fareyi kovalayan kediyi görmeyen mi var ama onun atasını göreceksiniz orda. Bu 10 yılımı aşkın bir süredir yapmış olduğum bir çalışma. Bir çok belge bilgi topladım. İçinde o kadar çok sürprizler olacak ki. Sevgili Ayhan Doğan sahne tasarım sanatçısı, çok büyük bir tasarımcıdır. İstanbul Şehir tiyatrolarında yılarca baş dekoratör olarak görev yapmış. Büyük oyunları sahnelemiş. Benim zaten tasarladığım bütün müzelerin dilini o oluşturuyor. Çünkü benim için müze bir şiir ya da bir beste ya da bir tuvale fırça resim yapmak gibidir. Victor Hugo der ki “Ey şair bana yağmurdan bahsetme, yağdır.” İşte ben böyle müzeler kurmak istiyorum. Ayhan Doğan’la birlikte ve onun ekibi ile. Büyük bir ekibi var. İçinde çok değerli sahne tasarım sanatçıları, ressamlar, heykeltraşlar var. Beşiktaş’ta olacak. Çok güzel ve çok merkezi bir yerde olacak. Beşiktaş Meydanı’ndan Ortaköy’e yürürken kedi müzesini göreceksiniz.
Bir koleksiyonerin obje sevdası üzerine kurmuyorum ben müzeleri. Koleksiyonerler değerlidir. Bir objeyi seversin onun pek çok farklı çeşitlerini bir araya getirirsin ama bu müze değil. Koleksiyonerler çok değerli ama koleksiyonerlerin dünyası üzerine müze kurulmaz, bilginin üzerine kurulur. Cats müzikali , Eliot’ın bir şiir kitabından ilham alarak yazılmıştır. Ve ne buldum ben? New York’ta bir koleksiyonerden ve onu alabilmek için ne kadar çok para verdim? Cats Müzikali’nin Broadway’e giden 1982 yılında sahnelendiği ilk afişin, müzikalin bütün oyuncuları tarafından imzalanmışını buldum. Ve Eliot’ın Cats Müzikali’ne ilham olmuş şair Eliot’ın o kitabının ilk baskısı. İkisi yan yana olacak. O zaman müze oluyor. Yani bilgiye ulaşıyorsunuz, önce çatıyı doğru kurmanız lazım. Bir de burada hayvan sevgisi, doğa sevgisini anlatmak ve aşılamak istiyoruz. Sadece çocuklara değil, onun yanındaki anne babaya ya da dedeye gelen herkese. Yakın tarihte bütün virüsler hayvanlardan geçiyor. Domuz, kuş, yarasa, maymun.. Yazık değil mi bu hayvanlara. Dünyanın küresel ısınmadan dolayı dengesi bozuluyor Bu yüzden hayvanları doğasında korumak , sahip çıkmak gerekiyor. Hayvan hakları konusunda toplumu bilgilendirmek gerekiyor. Bütün bunları anlatacağız müzede. Öncelik onların, insanlar olmasaydı hayvanlar var ama hayvanlar olmasa insanlar yok.
–Türkiye’de müzeciliği geliştirme yolunda kendinizi adamışsınız. İstanbul Oyuncak Müzesiyle 2011’de Avrupa Müzeler Formu’nun ödülü töreninde finale kalmışsınız, 2012’de Avrupa Müzeler Akademisi tarafından en iyi oyuncak müzesi ödülünü kazanmışsınız. Türkiye’nin müzecilik konusunda pozisyonunu değerlendirebilir misiniz?
S.A: Anadolu’nun işgal edildiği dönemde Sakarya’da büyük bir umut ışığı yanmış ve başkomutan seçmiş meclis Mustafa Kemal’i. Ankara garındaki direksiyon binasından yönetiyor Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk. Çıkıp cepheye gidecek. O gece Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bir kararnameyi istetiyor. Diyor ki şunu imzalayıp öyle gideyim. İmzalıyor ve gidiyor. Sonrası işte Büyük Taarruz, Cumhuriyet .. Gidiyor. Peki ortada hiçbir şey yokken, ilk umut ışığı yanmışken, meclisten getirtip imzaladığı kararname nedir biliyor musun? Ankara’da bir Etnografya Müzesi kurulsun. Ortada hiçbir şey yok. Daha başarılmış bir şey yok. Ama Mustafa Kemal Atatürk müze kurmayı düşünüyor. Şimdi anlaşıldı mı müzelerin toplumdaki değeri ve önemi nedir? Cumhuriyetle beraber Osman Hamdi Bey’in yaptığı çalışmalar tespit ediliyor. Mehmet Büyük Paşa’nın ilk bildirgesi olan Mecma-i Fünun’da Osman Hamdi Bey’den önce yazdığı yazılar var onları biliyoruz. Yine Abdülmecid döneminde Topkapı Sarayı Bahçesi’nde bulunan Aya İrini Kilisesi’nin silah müzesi yapıldığını biliyoruz. Çünkü tüm bu damlalar gerçek anlamıyla Cumuriyetle bir göle dönüşüyor. Müzeciliğe verdiği değerle, çünkü müzeler toplumların hafızasıdır. Bilgiyi köy enstitüleriyle köydeki kırsal kesimlere götürmeyi düşünen cumhuriyetçi kültür politikarında müzecilik elbette ki çok önemliydi. Fakat bizde ne yazık ki kapital sermaye pek uzak duruyordu müzeciliğe. Devlet bunun da yolunu buldu dedi ki vakıf kurun, vakıf hizmeti olarak müzecilik yapın, vakıf adı altında sanat eserleri alın bu yolda harcayacağınız parayı bana vereceğiniz vergilerden düşeceğiz. Bu çok doğru bir yol. Yani kapitali, sermayeyi müzeciliğe çekmek için çok doğru bir yol ve çok güzel müzeler kuruldu bu yolla ülkemizde. Eczacıbaşı’nın çalışmaları var, Sabancı’nın çalışmaları var. Müthiş. İyi de Türkiye’ye yeni bir müze kazandırmak için holding sahibi mi olmak gerekiyor. Benim gibi olanlar ne yapacak. Dünyada özel müzecilik aldı başını gidiyor. Neden? Çünkü kar etmek amacıyla kurulmayan şirketler statüsü var, işte o benim. Tabi ki harcamam var, masrafım var. Para harcıyorsun, bir kapital gerekiyor, bunu yadsımıyorum. Ama benim gibi konumda olanlar ne olacak. Bana diyorlar ki Sunay sen de bir vakıf kur, arkamda ekonomik gelirim olsa kuracağım. Ama yok, sadece bir yazarım, bir şairim, benim gibileri bu konuda ayakta tutmak için kar etmek amacıyla kurulmayan şirketler diye bir statü var, Türkiye‘ye daha bunu kabul ettiremedim. Müzeciliğimizin geleceğinden söz etmek için önce bu engellerin aşılması gerek. İşte beni düşündüren bu. Ama bir taşı delen suyun gücü değildir, damlaların sürekliliğidir, ben vazgeçmeyeceğim. Benim için artık bu yoldan dönüş yok. Ne yapılması gerektiğini, müzeciliğin nasıl gelişmesi gerektiğini çok iyi biliyorum.
Umutsuzluk yok. Bunun için Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle başladım. Bir ülkenin zenginliği hisse senetleri değil, hissi senetleridir. Bizi bir arada tutan bizi biz yapan Mustafa Kemal Atatürk ‘ün bu müthiş dehasıdır. Cesarete bak. Diyorsun ki Ankara’ya Etnografya müzesi kuralım. Bir de diyor ki o kararnamede, tarihi Ankara evlerini koruma altına alalım. Ankara işgal altında. Köyler yıkılıyor. Tarihi korumayı düşünüyor. Şu insana layık olabilmek yeterli benim için.
–Çamlıbel Vakfı olarak müzelerinize çocuk turları düzenlemeyi çok arzu ederiz. Sivil Toplum Kuruluşları ile daha önce bu şekilde projeler yaptınız mı?
S.A: Tabi ,İstanbul Oyuncak Müzesi’ni aslında götüren bütün bu çalışmaları yöneten Belgin Akın, değerli eşim ve onunla birlikte çalışan değerli arkadaşlar. Sivil Toplum Örgütleriyle, hapishanlerdeki çocuklarla, göçmen çocuklarla, kimsesizler yurdundaki çocuklarla sayısız etkinlikler yapıyoruz. Herhalde bu konuda Türkiye’de en çok çalışan İstanbul Oyuncak Müzesi’dir. Hepsi belgelidir, bilgilidir. Onun dışında bir müze olarak sanat etkinlikleri, müzik dinletileri, çocuklar ve ailelere yönelik tiyatro oyunları ve pek çok atölyeyi gerçekleştiriyor bu ekip. Müzeyi ayakta tutan, bunca yıldır müzeyi bu seviyeye getiren orda görev yapan arkadaşlarımdır. Müzede çalışan, yarı zamanlı gelip çalışan, bize danışmanlık yapan, kendi alanında uzman çok değerli arkadaşlar var. Dolayısıyla bizim vakfın da (Çamlıbel Vakfı) bu tür desteklerine sadece İstanbul Oyuncak Müzesi’nin değil pek çok müzenin de ihtiyacı vardır. Yani biz vakıf olarak İstanbul Oyuncak Müzesi’nde ve diğer müzelerde, sadece insanları, çocukları, aileleri buluştursak bile harika bir iş yapmış oluruz. Bu konuda yönlendirici olan bizim vakıf gibi sivil toplum örgütleridir. Bu çok büyük bir hizmettir. Her zaman bekleriz.
–Aktif bir sosyal medya kullanıcısısınız. Instagramda her gece uyumayan ve uyuyamayanlar için bir masal resmi paylaşıyorsunuz, çok beğenilen bu paylaşımlarınızın çıkış noktası nedir?
S.A: Yurtdışına pandemi öncesinde çok çıkıyordum. Her ayın bir haftası yurtdışında bir ülkede ya da birkaç ülkede geçiyordu. Günübirlik bile gidip geldiğim şehirler vardı yurtdışında etkinlik için davetli olarak. Bir yerde her 3 aydan birini yurtdışında yaşıyorum. Sanat etkinlikleri için gidiyorum ama kendime ayırdığım zamanlarda bütün günüm sahaflarda, antikacılarda, müzelerde geçiyor. Sahaflarda araştırıyorum, çalıştığım alanda bilgi belge arıyorum. Mutlaka çocuk kitapları bölümüne bakıyorum. Hatta sadece çok eski çocuk kitapları satan sahaflar var, onların hepsinin nerde olduğunu öğrendim artık. Orda böyle kendime göre, kedi konusunda örneğin, çok eski kedi masalları kitaplarını araştırırken o kadar güzel resimler çıkıyor ki karşıma. Bir gün instagramda onlardan birini paylaştım bir gece. Sonra dedim ki böyle bir birikimim var, pek çok masalın ilk resimlerine hakimim. Bir arşivim var. Neden bunları sunmayayım. Neden onların hayal dünyasını süslemesin o resimler. Ve tuttum, her gece yarısına doğru o masal resimlerini paylaştım. Instagram sayfamdaki o resimler müthiş bir müze, o da bir belge. Oradakilerin pek çoğu masalların ilk resimleri, ilk resimli hali. Örneğin Masalı yazmıyorum, herkes kendi hayal dünyasıyla düşünsün. Bir masal bir resim farklı insanlarda farklı masallara yol açabilir. Herkes kendi hayal dünyasını harekete geçirsin diye o resimleri paylaşıyorum.
–Bize bu güzel süreyi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Vakfımız için bir mesajınız var mı?
S.A: Sadece bir söz var çok seviyorum. Onu tekrar edeyim. “Bir taşı delen, suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.”